Türk Boğazları Sözleşmesi ülkemizin güvenliğini düzenliyor. Bununla ilgili bilimsel çalışmalar yapacak tüm bilim insanlarımız, devlet yetkililerimiz, medya mensuplarımız bu konuda titizlik göstermeli ve bu tanımı kullanmalıdır.
Türk Boğazları, Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkeler ile Karadeniz’e nehirler vasıtasıyla ulaşan Batı, Orta ve Doğu Karadeniz Ülkeleri ve Kafkasya ile Hazar Denizi Ülkelerinin yaptığı dünya deniz ticaretinin geçtiği su yoludur.
Türk Boğazları; oluştuğu jeolojik zamandan beri yer küresi üzerinde yaşayan insanların, ulusların ve devletlerin sahip olmak için birçok mücadeleler verdiği, uğrunda bölgesel savaşların ve hatta dünya savaşlarının yapıldığı, jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip çok önemli bir su yoludur. Burası bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin “ulusal su yolu”dur. Geçiş yapacak olan ticaret ve savaş gemilerinin bu su yolundan geçişleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ulusal yasaları doğrultusunda, ilgili ve yetkili devlet denizcilik otoritelerinin yönetiminde, gözetiminde ve denetiminde yapılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, uluslararası deniz ticareti yapan ticaret gemilerine, uluslararası yasal düzenlemelerle uyumlu olan ulusal yasal düzenlemeleri doğrultusunda, gece ve gündüz, bayrağı ve yükü ne olursa olsun, T.C Devleti'nin ilgili ve yetkili kurumlarına uluslararası standartlar ile belirlenen bilgilerin ve belgelerin belirlenen zaman dilimlerinde verilmesi sonrasında “Geçiş serbestisi” sağlar. Devletimizin Denizcilik İdaresine bağlı, Türk Boğazları Deniz Trafik Otoritesi tarafından yapılacak planlamalar, gözetimler ve denetimler altındaki ticaret gemileri için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından belirlenen emniyetli geçiş şartları vardır. Savaş gemilerinin geçişlerine ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Karadeniz Ülkeleri Devletlerinin güvenliği göz önünde bulundurularak belirlenmiş kurallar doğrultusunda, “kısıtlı şartlar altında geçiş imkânı” verilmektedir.
Uluslararası Boğazlar Komisyonu, 1923'ten 1936'ya kadar Milletler Cemiyeti'nin himayesinde Türk Boğazlarını (Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı) yöneten uluslararası bir kurumdu. Bir bayrağı da vardı.
Türk Boğazları, Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkeler ile Karadeniz’e nehirler vasıtasıyla ulaşan Batı, Orta ve Doğu Karadeniz Ülkeleri ve Kafkasya ile Hazar Denizi Ülkelerinin yaptığı dünya deniz ticaretinin geçtiği su yoludur. Bu suyolundan yılda 56 bin civarında geminin geçiş yaptığı zamanlar (2006) olmuştur. 2021 yılında 38 bin civarında gemi geçişi olmuş, 2022 yılında ise 30 bin civarında geminin geçiş yapacağı değerlendirilmektedir. Türk Boğazları’ndan geçiş yapan gemiler ile yılda 150 milyon ton civarında bu bölgede ve dünya genelinde yaşayan insanların hayati ihtiyaçları olan çoğunluğu tehlikeli (143 milyon ton) ve diğer çeşitli yükler taşınmaktadır.
Karadeniz’i Adalar Denizi’ne bağlayan 164 deniz mili uzunluğundaki bu su yolu, Türkiye’nin bir iç denizi olan Marmara Denizi’ni ulusal bir su yolumuz olan İstanbul Boğazı ile Karadeniz’e bağlanmakta, bir diğer ulusal su yolumuz olan Çanakkale Boğazı ile de Adalar Denizi’ne bağlamaktadır. Tarihte uzun zamanlar “boğazlar” olarak isimlendirilen bu su yolu zamanımızda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin karasuları içinde bulunmakta ve Türk Boğazları olarak isimlendirilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemlerde, hâkimiyet altında bulunan Boğazlardan özellikle Karadeniz’e gemi geçişlerinin padişah fermanına bağlı olarak yönetildiği zamanlar olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamaya başlayınca, bazı tavizler verilerek uluslararası deniz trafiğini yapan yabancı ticaret gemilerine ve yabancı savaş gemilerine boğazlardan geçiş imkanları verilmeye başlanmıştır.
- 1535'te, kapitülasyonlar ile Fransız bayrağı taşıyan ticaret gemilerine, Türk limanlarına girip, çıkmak iznir verilmiştir.
- 1774'te, Küçük Kaynaca Antlaşması ile Rus ticaret gemilerine Boğazlardan serbestçe geçebilmek hakkı tanınmıştır.
- 1798 ve 1805'te, Rusya ile yapılan ittifak antlaşmalarında Rus savaş gemilerinin boğazlardan geçeceğine dair hükümler konulmuştur.
- 1809'da, Birleşik Krallık ile imzalanan “Kale-i Sultaniye Antlaşması”nda Boğazların tüm devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulması prensibi kabul edilmiştir.
- 1829'da, Edirne Antlaşması ile Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açık tutulacağı hükmü konulmuştur.
- 1833'te, Hünkar İskelesi Antlaşması'nın gizli maddesinde, Osmanlı Devleti'nin Çanakkale Boğazı’nı Rusya lehine kapatacağını, yani hiçbir yabancı savaş gemisinin, hiçbir sebep ve bahane ile Çanakkale’den giriş yapmasına müsaade etmeyeceği hususuna yer verilmiştir.
- 1841 “Boğazlar Antlaşması”; Avusturya İmparatorluğu, Fransa Krallığı, Birleşik Krallık, Prusya, Rusya İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Londra’da imzalanan uluslararası sözleşmedir. Bu antlaşma ile Boğazların barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı uluslararası yükümlülük altına alınmıştır. Boğazların kapalılığı kavramı yalnız barış zamanı ile sınırlıdır. Osmanlı Devleti savaşa girdiği takdirde Boğazları istediği gibi tasarruf edebilecektir. Yani dilediği devletin savaş gemilerine açabilecektir. Nitekim, bu prensip Kırım Savaşı’nda uygulanacak, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Karadeniz’e geçmelerine izin verilecektir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamaya başlaması sonrasında, daha önceki zamanlarda hâkimiyeti altında bulunan boğazların yönetimi gittikçe el değiştirmeye başlamış ve Boğazlar statüsünün sorumluluğu o zamanın güçlü avrupa devletleri ile paylaşılma durumuna girilmiştir. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonrasında, savaşın galibi olan İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un işgali ile Boğazlar üzerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun hâkimiyeti son bulmuş ve Boğazlar, Birleşmiş Milletlere (Cemiyet-i Akvam) bağlı Boğazlar Komisyonu tarafından yönetilmeye başlanmıştır.
İstiklâl Savaşımız sonrası “boğazların tabi olacağı rejime ilişkin sözleşme” imzalanmış ve 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması hükümleri doğrultusunda boğazların yönetimi Birleşmiş Milletlere bağlı ve ismi Boğazlar Komisyonu olan, başkanı Türk, üyeleri İtilaf Devletleri üyelerinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Boğazlardan geçiş yapan uluslararası deniz trafiği 1923 senesinden, 1936 senesine kadar, Boğazlar Komisyonu tarafından kendi yasal düzenlemeleri doğrultusunda yönetilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, 1923'te Boğazlar ile ilgili vermek zorunda kaldığı tavizleri geri almak için, 1936'da girişimlerde bulunmaya başlamıştır. 22 Haziran 1936'da toplanan Montreux (Montrö) Konferansı’nda çetin ve uzun mücadeleler verilmiştir. 20 Temmuz 1936'da Konferans tamamlanmıştır. Konferans tutanakları imza tarihinden itibaren ve halen Fransa Devleti tarafından muhafaza edilmektedir.
Atatürk, 21 Temmuz 1936 tarihinde yaptığı konuşmada “Montrö Konferansı eseri” ismini kullanmış olup, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ismini kullanmamıştır. Atamızın bu ifadesindeki incelik ve hedef çok iyi değerlendirilmelidir. 1 Kasım 1936'da TBMM'de yaptığı konuşmada da “Montrö/Montreux Boğazlar Sözleşmesi” ismini kullanmamıştır. Boğazlar Konferansı görüşmeleri zamanında yayınlanan ülkemiz gazeteleri incelendiğinde, gazete manşetlerinde benzer tavırları görüyoruz. Hiçbir gazetemizde Montrö Sözleşmesi, Montrö Boğazlar Mukavelesi veya Montrö Boğazlar Sözleşmesi ifadesi bulunmamaktadır. Türk Boğazlarından geçiş rejimini ve Boğazlar bölgesinin güvenliğini düzenleyen bu sözleşme, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan “Lozan Barış Antlaşması”yla birlikte imzalanan “Boğazlar Rejimine İlişkin Sözleşme”nin yerine geçmiştir.
İmzacı devletler; Lozan'ın 23. maddesiyle sağlanmış olan ilkeyi, Türkiye’nin güvenliği ve Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliği çerçevesinde koruyacak biçimde, düzenlemek isteğiyle duyulu olarak; işbu sözleşmeyi, Lozan’da imzalanmış olan sözleşmenin yerine koymağı kararlaştırmışlardır.
Montrö'de imzalanan tutanaklar, Türkçeye çevrilmiş ve TBMM'de 31 Temmuz 1936 tarihinde kabul edilen 3056 sayılı yasamız ile ulusal yasamız haline getirilmiştir.
3056 sayılı yasamıza “Boğazlar Mukavelenamesi” ismi verilmiştir.
Türk boğazları ile ilgili bilimsel çalışmalar yapacak, akademik makaleler hazırlayacak, konferanslarda ve seminerlerde söylevlerde bulunacak tüm bilim insanlarımız, devlet ve hükümet yetkililerimiz ile medya mensuplarının bu konuda titizlik göstermeleri vatandaşlık görevimizdir. Bu husus ülkemiz milli menfaatleri yönünden büyük önem arz etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hükümranlık haklarını kullanırken, bölgenin, bölgede yaşayan insanların ve tüm canlıların “sağlıklı çevrede sürdürülebilir yaşam haklarını” da her türlü tehlikeden korumak ve sağlamak yükümlülüğü bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tüm bu yükümlülüklerini, ancak uluslararası yasalara da saygılı olarak ve “Türk Boğazları’ndaki hükümranlık haklarını kullanarak” yerine getirebilir.