DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Öcalan çıkışıyla başlayan tartışmaları ve gündemdeki konuları değerlendirdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partili yöneticilerin elini sıkmasının ardından kamuoyunu şaşırtan, "Öcalan Meclis’e gelsin, DEM Grubunda konuşsun, örgütünü tasfiye ettiğini açıklasın" sözleri gündemin önemli bir başlığı olmayı sürdürüyor. Çağrı karşısında iktidar sessizliğini korurken arka arkaya gelen kayyum atamaları da kafaları karıştırıyor.
Tartışmanın önemli taraflarından DEM Parti’nin Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bahçeli arasında bir konsensus olduğunu ancak süreçte bir netlik olmadığını düşündüğünü söyledi.
Kürtlerle barışın Türkiye’ye sağlayacağı çok büyük fırsatlar olduğunu ifade eden Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın Türkiye ve Orta Doğu için "büyük bir şans" olduğunu savundu.
Bakırhan, önümüzdeki günlerde ziyaret edeceği CHP’nin tutumunun önemine de dikkat çekerek “Ana Muhalefet Partisi'nin Türkiye'nin 100 yıllık meselesine dönük bir programı, bir planı, bir projesi olmalı” değerlendirmesini yaptı.
DEM Parti’den “silah bırak” çağrısı beklenmesini hayretle izlediğini söyleyen Bakırhan, "Burası Öcalan’a, elinde silah bulundurana ‘Bırak silahı, gel’ diyemez. Hayır bunu deriz ama kim inanır? Bizim içeri girdiğimiz, onlarca yıl cezayla yargılandığımız, ceza aldığımız bir ortama kim gelir, kim inanır?" diye sordu.
Bakırhan Gazete Duvar'ın gündeme dair sorularını yanıtladı.
Bakırhan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Meclis açılışında sizinle tokalaşmasının üzerinden neredeyse bir buçuk ay geçti. Bu süreçte Bahçeli'nin dikkat çeken, tartışma yaratan açıklamaları oldu. Bu bir buçuk ayı nasıl özetlersiniz?
Meselenin çözümüne dönük tartışmaların başlaması bence olumlu. Ama bir problem var. Mesele yanlış yerden tartışılıyor. Dikkat ederseniz meselenin sonuçları tartışılıyor. 'Şu konuşsun, şu silah bıraksın, şu araya duvar örsün, diğeri sözünü şöyle kursun' gibi. Bir buçuk ayda sebep duymadık, hepimiz sonucuz. Kürt sorunu nedir, durduk yere mi çıktı? Sonuçlarıyla başlayan bir tartışma insanı kaygılandırıyor, tedirgin ediyor.
Cumhur İttifakı'nda bir kriz olduğunu düşünüyor musunuz?
En başta anlamaya çalıştık. Ama durduk yere söylenmediği kesin o sözlerin. Çok önemli şeyler söyledi. Hakkını vermek lazım. Umut hakkı, demokratik, siyaset gibi aslında birçok pozitif kavram kullanıldı, tanımlanma yapıldı. Anlamaya çalıştık.
Bu 45 günlük süre içerisinde, başlarken iktidar ortakları arasında -nüanslar olabilir- bu sürecin tamamından haberdar olunduğuna, aralarında bir rol paylaşımı olduğuna inanıyorum.
Ben Türkiye barışı gibi, umut hakkı gibi, Öcalan'ın Meclis'te konuşması gibi söylemlerin bu süreci başlattığını düşünmüyorum. Muhtemelen Erdoğan'la Bahçeli arasında bu meselenin bir öncesi var. İfade etme, ton, içerik konusunda belki farklılıklar olabilir. İkisi tarafından aynı tarif edilmemiş olabilir. Ama bu meselenin kendisi ikisi arasında tartışılmış bir meseledir.
Bence burada bir konsensus var. Ama nedir bu? Sadece sonuçlarını ortadan kaldırmaya dönük bir konsensussa bu yüz yıldır devam eden bir tekrara neden olur. 100 yıldır 21 defa Kürtler kalkıştı, bastırıldı. Ülkenin ekonomisi, enerjisi aktı gitti buraya. Ciddi bir çürüme var. Bu geçmişi çok iyi bilen bir iktidarla karşı karşıyayız. 'Türkiye'nin menfaatleri' vurgusunu sürekli yapan bir MHP var, işte o menfaat bence tam da bu meseleyi burada çözmekle başlar. Hepimizin menfaatidir.
Dolayısıyla henüz ya bir yoklama çekiliyor ya da ABD seçimleri sonucunda Trump'ın Orta Doğu politikası anlaşılmaya çalışılıyor. Ama bir realite var; bu mesele artık kendisini dayattı. MHP'yi bile konuşturan bir noktaya geldiyse bu mesele yol alır diye umuyoruz, istiyoruz. Bu tartışmalar bir süreç olsun. Bu tartışmalar meselenin müzakereyle, diyalogla çözümü için bir vesile olsun, bunu en çok biz istiyoruz. Bizim bütün pratiğimiz, dilimiz, söylemimiz, eylemimizin tamamı da biraz önce söylediğim düşünceye hizmet ediyor.
Bu tabloda Öcalan'a görüş yasağı getirilmesini nasıl yorumlamak gerekiyor?
Bir taraftan çok iddialı, büyük büyük laflar ediliyor, diğer taraftan kayyım atanıyor. Kayyımların atandığı yerler de ilginçtir. Bahçeli, 'Öcalan gelsin' diyor. Direkt Öcalan'ın kendi ilçesine atanıyor kayyım. Ahmet Türk'le Bahçeli arasında bir geçmişte yaşanmış kimi temaslar var, bakıyorsunuz Mardin'e kayyım atanıyor. En yüksek oyla seçilen kadın eş başkanın yerine Batman’da kayyım atanıyor. En önemlisi; kent uzlaşısı ile seçilen belediye başkanına kayyım atanıyor.
Kürt sorununun iktidar açısından sadece bir iç mesele değil, dış mesele de olduğu konuşuluyor. Dışarıda iktidarın elini rahatlatmasının yanı sıra bunun içeriye de yansıması olması gerekmez mi?
'Eli rahatlamasın' demiyoruz biz zaten. Evet Orta Doğu'da çok sıkıntılı, sancılı, yarın nereye, nasıl yansıyacağı belli olmayan bir süreç var. Eğer Türkiye'nin geleceği, güvenliği kaygısı varsa buradan en güvenli şekilde çıkmanın yolu var. Oranın en dinamik gücü Kürtlerdir. Onlarla gelişecek bir diyalog, bir barış ortamı buralar için en büyük güvenliktir. 'En büyük fırsat penceresi' diyorlar ya. Bugün Çin'den, Avrupa'ya güvenli enerji hatları ve ticaret yolları savaşı var. Elin ülkeleri geliyor, oraya yüz milyarlarca dolar yatırıyor. Sırf o güvenli hattı korumak için yeni ittifaklar, yeni sınırlar, yeni çatışmalar ortaya çıkıyor. Kamışlı ile Nusaybin arası 50 metredir. 50 metrelik bir plastik boruyla iki yüz milyar dolar harcayıp uğruna savaştıkları meseleyi halledebilecek bir fırsat var. Kürtlerle barışın bu ülkeye sağlayacağı büyük fırsatlar var. Bunu değerlendirmek, bu fırsatları ülke halkının yararına dönüştürmek yerine gözü kara bir düşmanlık var.
Federe Kürdistan Bölgesi oluştuğunda Türkiye'deki Kürtler 'Orada federe bölge oluştu, biz de bağımsızlık diyelim' deseydi haklı olurlardı, bu bir güvenlik tehdidiydi. Ama oradaki o federatif yapıya rağmen burada 'ortak yaşam, birlikte yaşam, demokratik cumhuriyet, demokratik ulus' dedi. Bu kadar kıymetli bir şey var mı?
Kuzey Doğu Suriye'den, Türkiye'ye bırak mermi topu, bir çakıl taşı bile atıldığını düşünmüyorum. Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan, sürekli pozitif mesajlar veren, bütün yönelime rağmen diyalogdan, müzakereden, barıştan bahseden bir bölgeye bu kadar düşmanlık doğru mu? Oraya yaklaşım burayı da zehirliyor.
Şu da çok önemli; orada yüzü batıya dönük, kadın haklarını, hayvan haklarını önceleyen, tarlasında ağacı, çiçeği olan, yaşamla iç içe olan bir halkı sen yok sayarsan o zaman asıl güvenlik tehdidi oluşturursun.
Bu süreçte bir kapı aralamak, yol almak için iktidardan randevu talep etmeyi düşündünüz mü?
Halk yararına, Türkiye'nin demokratikleşmesi yararına bir zemin, bir gelişme yaratacaksa biz her şeyi yaparız. Ama sabah akşam parmak sallıyor, hakaret ediyor. 'Terörist' diyor, kayyım atıyor. Biz nasıl gidelim kayyım atanan ortamda?
Görüşmemek gibi bir tutumumuz asla yok. Ama gerçekten zaman, zemin, yaşananlar... Bu mesele çözülecekse tabii ki en reddedenle, en uçta duranla, en karşısında duranla oturmak, diyalog kurmak, hiçbir şey olmasa bile birbirimizi karşılıklı anlamamız açısından bir zemin kurmak tabii ki çok önemli. Ama emin olun biz de izliyoruz, gözlüyoruz. Böyle bir zemin yok. İklim gerçekten çok sıkıntılı.